Neden Vegan? Neden Glutensiz?

Sağlıklı bir beden ve berrak bir zihin, bu hayatta yapmayı istediğimiz herşeyin ön şartı. Bunlara sahip olmanın birincil yolu da yediklerimizden geçiyor. Glutensiz ve vegan beslenme tarzını benimseyen insanların sağlığında oluşan gözle görülür iyileşme artık inkar edilemez durumda. Bu giriş yazımla birlikte artık bu blogta bizzat uyguladığım vegan ve glutensiz tariflerimi sizlerle paylaşıyor olacağım. 

Can boğazdan gelir demiş atalarımız ama can boğazdan da gidiyor artık. Hayatın hızlanması, mutfağın mimarı kadınlarımızın  iş hayatında daha çok yer alması, büyük şehir karmaşası ve stresi, iş yoğunluğu derken soframıza ne geliyor, midemize ne gidiyor çok da farkında değiliz günümüzde. Binlerce yıl önce marketlerden değil doğadan direk besleniyorken ne farklıydı acaba? Daha fazla bedensel aktivite, gerçekten acıkınca beslenmek ve bu kadar çok hayvansal ürün ve  işlenmiş karbonhidrat tüketimi var mıydı? Evet ben 5 yıllık bir süreçte semi vejetaryen, lakto vejetaryen, vejetaryen ve şimdi de vegan olmayı seçen bir bireyim. Bu geçiş sürecinde buğday ve işlenmiş karbonhidratları fazla tükettiğim dönemler de oldu. Glutenin zararlarını ve bedenime neler yaptığını farkedişimle birlikte glutensiz beslnemeye de özen göstermeye başladım. Hatta artık pişirmeden yediğim sebze ve meyveden daha çok keyif alıyorum. Bedenimin isteklerine göre yiyorum ve bunu tamamen hiçbir zorlama olmadan yapıyorum. Kendimi bu şekilde sağlıklı ve iyi hissediyorum. Günümüz dünyasında sürekli ideolojiler, karşıklı gruplar senin doğrun, benim doğrum şeklinde savaşıyor. Herkes yolunu kendi keşfedecek zamanı geldiğinde ve umarım bu tüm insanlık için çok kısa sürede olsun. 

Ben fiziksel, duygusal, enerjisel olarak aldığım faydayı paylaşmak istiyorum burada. Diyorum ki vücudumuz için, kendimiz için, geleceğimiz için yediklerimizin farkında olalım. Gelin bir de benim penceremden bakalım. Duygusal karmaşa, stres ve gerilimin doğurduğu gereksiz yemek yeme ihtiyacımızın farkında olalım, yemek yerken ne yediğimizi fark edelim ve farkındalıkla yiyelim. Kendimize izin verelim ve bazı günler sadece bitkisel beslenmeye, ilerde bazı günler belki sadece çiğ beslenmeye yönelebiliriz. Bu günler ve diğer günlerde ne hissettiğinizi yemeklerden sonra ve gece yatağınıza yattığınızda gözlemleyin. Aslında genelde dışarıda etrafı gözlemlemekteyiz hep, tabiki bu da gerekli ve güzel bir farkındalık. Ancak biraz da kendimizi gözlemlerken, içimize yolculuğun bir başlangıcını yapabiliriz belki de. 

Sanayileşme, toplu üretim, paketlenmiş ve ambalajlı ürünlerin neler yapabileceği aslında gözümüzün önünde. Genetik ve kronik denilen hastalıkların bir çoğunun yemek alışkanlıkları ile oluştuğu fikri hakim olmakta artık. Yediklerimiz düşündüğümüzden çok daha etkili hayatımızda. Yani hem fiziksel hem zihinsel hem de duygusal olarak ne yiyorsak oyuz. İçinde bulunduğumuz duygu durumları bizi birşeyler yemeye yöneltirken (mutsuzken çikolata yemek gibi) yediklerimizle de içinde bulunduğumuz duygu durumunu değiştiriyoruz. Belki olumlu belki olumsuza doğru. Fazla karbonhidrat tüketiminin depresyonu tetiklediği de bilgiler arasında.  Ölüm korkusu ve kontrol edilemeyen şiddet ve öfke duygularının temelinde hayvansal et tüketimi bulunmakta, hayvanın ölürken duyduğu korku, ona yönelen şiddet ve bütün bu olumsuz duygular etine geçerken, onun yenilmesi ile birlikte onu tüketen kişide de bu olumsuz duyguların oluşmasına sebep olmaktadır. Hayvanların insanlarda olduğu gibi sinir sistemi vardır ve acı çekerek bu duyguları yaşamaktadırlar. İnsanoğlu toplu ölümlerle bu acıyı hayvanlara yaşatıyor ve kendisi de acı çekmeye devam ediyor. Ne ekersek onu biçiyoruz. Bunu gözardı etmek ve anlamamak mümkün mü? Hepimiz biriz bütünüz, hayvanlardan farklı değiliz aynıyız ve en önemlisi de yaşamak için hayvanları yemeye ihtiyacımız yok.   

Hayvancılık Sektöründe karlılığı arttırmak için hayvanlar üzerinde kullanılan yöntemler çok acımasız. Kullanılan hormonlar ve antibiyotikler hayvanın etine geçerek, oradan vücudunuza ve hücrelerinize ulaşıyor. Bunlar da, hastalıkların birincil sebepleri arasında yer almakta günümüzde.

Hayvansal ürünler, işlenmiş karbonhidrat, asitli-şekerli içecekler ve paketlenmiş gıdaların tüketimi ile vücut bazik olması gerekirken asidik hale gelmekte ve beden asidik ortamı sürekli baziğe çevirmek için çaba harcamakta ve bu da çeşitli hastalıklara zemin oluşturmaktadır. Örneğin süt ve süt ürünlerinin yoğun tüketimi ile birlikte vücudumuz bazik hale gelmeye çalışırken kemiklerdeki kalsiyumu kullanıyor ve bunun sonucunda; kemik erimesi, diz ve kalça eklemlerinde yıpranmalar oluşuyor. 

Bir diğer konu ise ticari olarak yoğun bir şekilde üretilen hayvanların doğadaki dengeyi bozduğu, atmosferde metan gazı salınımını arttırarak iklim değişikliklerinde ve küresel ısınmada önemli bir rol oynadığı yönündedir. Aynı şekilde bir kilo etin kullanıma hazır hale gelmesi için kullanılan su, yem miktarı ve toprak alanları hakkında da çok çarpıcı rakamlar veriliyor. Bu rakamları burada konu etmeyeceğim. Bilgiye artık çok kolay ulaşılıyor. Bu konularda bilimsel makale ve araştırmalara çok sıklıkla rastlamaktayız.

1950 li yıllarda üründen daha fazla verim almak için genetiği değiştirilen buğdayla birlikte artan kronik rahatsızlıklar arasındaki ilişki de çok çarpıcı bir tablo sunuyor. Çölyak hastalığı dışında toplumun büyük bir kesiminde gluten hassasiyeti var. Bu hassasiyet diyabetten kolesterole; tiroidten MS, Lupus, romatoid artrit gibi otoimmün hastalıklarına; diz kalça eklemleri rahatsızlıkları, kemik erimelerinden, polikistik over ve kısırlık gibi birçok rahatsızlığa; cilt hastalıklarından, saç dökülmelerine; depresyon, dikkat eksikliği, kronik yorgunluğa kadar birçok probleme sebep olduğu öngörülmektedir. İşin kötüsü, bu hastalıklar ilaçlarla baskılanmaya çalışılırken gluten tüketimi devam etmekte ve hastalık çözümsüz kalmakta ilaçlar vücutta başka başka sorunlara sebep olmaktadır. 

Tarihte ve günümüzde birçok lider, bilim adamı, sanatçı, düşünür ve sporcunun vejetaryen veya vegan olduğu bilinmektedir. Örneğin; Martina Navratilova, Albert Einstein, Mahatma Gandhi, Leonarda da Vinci, Leo Tolstoy, Mike Tyson, Prince, Benjamin Franklin vb... Bu yaşam tarzını benimseyenlerin bedensel ve ruhsal sağlıklarında farkedilir düzeyde iyileşme yaşanmaktadır. Ben kendi deneyimimden bahsedersem eğer; 10 kilo daha az, kronik cilt ve hazımsızlık problemini çözmüş, polikistik over rahatsızlığımın sebebini keşfetmiş her açıdan daha hafif ve sağlıklı hissediyorum. 

Yemek seçimi tabiki kişisel bir tercihtir. Tabağımıza gelen gıdanın bireysel ve bireysel olduğu kadar toplumsal sonuçları var. Bunu hem bireysel hem de toplumsal bir sorumluluk olarak düşünerek, öncelikle hayvansal gıda talebine ve tüketimine son vermek aslında hepimizin yaşadığımız Dünya'ya,  geride bırakacağımız nesillere ve tüm canlılara olan sorumluluğumuzdur. Yediğiniz ilacınız olmadığı sürece de, ilaçlar kalıcı çözümler sunmak yerine durumu idare etmeyi ve baskılamayı sağlamaktadır.
           
Negatif düşüncelerden kurtularak zihnimize, gıdalarımıza dikkat ederek bedenimize özen gösterebilir, kronik  ve genetik denilen hastalıklara yakalanmadan sağlıklı bir ömür sürebiliriz. Bunu yaparken de yardıma ihtiyacınız olursa meditasyon yapmak çok yararlı olacaktır. Düzenli meditasyon sayesinde gereksiz ve sağlıksız yemek yeme alışkanlığını hiçbir zorlama olmaksızın terkedebilirsiniz. Ekli videodan meditasyonun beynimizi nasıl etkilediği ve yediklerimiz dahil birçok konuda nasıl farkındalık yarattığını izleyebilirsiniz. 

İyi seyirler
Sağlıkla kalın...


1 yorum: